Almanya’da hükümet kurma çalışmaları son aşamasına geldi. İzlenecek politikalar ile bakanlar ve müsteşarlar büyük ölçüde belirlenmiş durumda. Kamuoyu, çeşitli konularda nasıl bir yol izleneceği hakkında giderek daha fazla bilgi sahibi oluyor. Ancak, hâlâ birçok meselede netleşme sağlanamadığını da gözlemliyoruz.
Yeni hükümet, iddialı ve başarılı olmak zorunda. Çünkü başından beri, ülkenin dünya gerçeklerine paralel olarak bir dönüşüm noktasında olduğu konuşuluyordu. Peki yeni hükümet, bu dönüşümü gerçekleştirebilecek güce sahip mi? Cevabı henüz netleşmemiş en önemli sorulardan biri bu. Başbakan olması beklenen Friedrich Merz’in hükümet deneyiminin sınırlı olması ve bakan olarak kamuoyuna sunulan isimlerin yeterince tanınmaması, bu soru işaretlerini daha da artırıyor.
Merz’in Hristiyan Demokrat Birlik Partisi’nden (CDU) önerdiği bakan ve müsteşar adaylarına bakıldığında, Almanya’yı yönetecek nitelikte isimlerden çok, Merz’in kendi otoritesi altında tutabileceği kişiler tercih edilmiş gibi görünüyor. Özellikle İçişleri Bakanı olması beklenen Alexander Dobrindt gibi bazı isimlerin, klasik CDU çizgilerinden ziyade aşırı sağcı ve popülist Almanya için Alternatif (AfD) partisine yakın görüşleriyle tanınması dikkat çekiyor.
Olaf Scholz’un başbakanlığındaki önceki hükümet, aşırı sağcı rüzgarları kesmek için popülist talepleri karşılamaya çalışmış, ancak bunun bedelini ağır bir şekilde ödemişti. Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) oy oranı %16’ya kadar geriledi. Yeni hükümetin de benzer bir tehlikeyle karşı karşıya kalması sürpriz olmayacaktır.
Öte yandan, ABD’de Trump’ın yeniden seçilme ihtimaliyle birlikte, dünya yeni bir döneme girmenin eşiğinde. Bu sürecin baskısından en fazla rahatsızlık duyacak olanların başında Avrupa Birliği ve Almanya geldiği herkesin malumudur. Almanya’nın başarısı, Avrupa’nın başarısı anlamına gelir. Bu nedenle ülkeyi göçmenler, yabancılar, Türkler ve Müslümanlar ekseninde dar bir gündeme hapsetmek, çıkış yolu olmayacaktır. Ülkedeki yabancıların kaybı, Almanya’nın kazancı olmayacaktır. Ne var ki, bazı politikacılar bu gerçeği hâlâ görmek istememektedir.
Almanya’nın gücü, içine kapanmakta değil; hem içeride hem dışarıda geniş tabanlı ittifaklar kurabilme yeteneğindedir. Bu yolda adım atamayan hükümetler, ülkeyi içinde bulunduğu kısır döngülerden çıkaramayacak, aksine olası bir kaos ortamının önünü açacaktır.
Koalisyon protokolündeki bazı işaretler ve yürütmenin kimlerin eliyle şekilleneceği konusundaki gelişmeler, Almanya’nın karşı karşıya olduğu ağır yükün altından kalkıp kalkamayacağına dair endişeleri ortadan kaldırmaya ne yazık ki yetmemektedir. Her ne kadar hükümete “Büyük Koalisyon” adı verilmiş olsa da, hem CDU hem de SPD, AfD’nin gölgesini enselerinde hissetmeye devam edecektir.
Umarız önümüzdeki günlerde daha umut verici gelişmelere tanıklık ederiz.