Yeni hükümetin dış politikada Türkiye’ye yaklaşımıyla ilgili açıklamada bulunan Karaahmetoğlu, „Federal hükümetin Türkiye’nin birçok jeostratejik konuda oynadığı ve oynayacağı rolü çok net bir şekilde kabul ettigini“ vurguladı. Karaahmetoğlu bu konuda, „Beni olumlu anlamda en çok etkileyen şeylerden biri ise, Türkiye’ye önemli bir partner ülke olarak verilen değer ve Almanya ile Avrupa açısından kendisine atfedilen yüksek jeostratejik önem oldu. Bu takdir, Almanya-Türkiye ilişkilerini genel olarak da güçlendirecektir.“ yorumunda bulundu.
* Almanya’daki yeni CDU-SPD koalisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iş birliğinde hangi fırsatları ve zorlukları görüyorsunuz?
Federal seçimlerin ardından Almanya için demokratik merkezden istikrarlı bir hükümet ittifakı kurmak söz konusuydu. CDU/CSU ve SPD bunu, yoğun fakat saygılı geçen koalisyon görüşmeleriyle başardı. Bu görüşmelerde, zorlu geçen seçim kampanyasının ardından öncelikle güvenin yeniden inşa edilmesi gerekiyordu. Zaten, CDU ve SPD haftalar öncesine kadar siyasi rakip olması ve birçok konuda tam anlamıyla aynı fikirde olmaması bir sır değildi. Ancak SPD açısından bakıldığında, görüşmelerin sonucu gayet tatmin edici. Koalisyon anlaşması birçok alanda belirgin bir sosyal demokrat imza taşıyor. Almanya için de bu koalisyon, zor bir dönemde birçok zorlukla yeni bir güçle başa çıkmak açısından en iyi seçeneği oluşturuyor.
Hükümette yer alan üç parti de birçok yeni yüz sundu. Bu durumu, halkın algısında gerçek bir yeniden başlangıç yapma açısından büyük bir fırsat olarak görüyorum. Siyasi zorluklar ise net: Ekonomiyi aynı anda güçlendirmek ve dönüştürmek, herkesin emeğini daha çok takdir etmek, barınmayı ve yaşamı daha erişilebilir kılmak, iş gücü piyasası için çok fazla göçe ihtiyacımız olduğu farkındalığıyla göçü yönlendirmek, Ukrayna’ya destek vermek, büyük küresel değişimler ve krizler döneminde Avrupa’yı güçlendirmek. Liste uzun. Bu koalisyonun iletişimsel zorluğu ise, anlaşmazlık durumlarında bile her zaman iş birliği içinde kalmak olacak. Bu insanların önem verdiği bir şey, çünkü halk ülkenin yönetiminde kavga değil birlik görmek istiyor.
* Yeni federal hükümetin göç politikalarının Almanya’daki Türk kökenli topluluğa ne gibi etkileri olacağını düşünüyorsunuz?
Öncelikle, koalisyon görüşmelerinin bir başarısını vurgulamak benim için önemli. Birlik Partilerinin, yeni vatandaşlık yasasını büyük ölçüde geri almaya çalışacağından endişe ediliyordu. Almanya’daki Türk-Alman topluluğundaki birçok insan, uzun mücadeleler sonucu elde edilen çifte vatandaşlığın yeniden kaldırılabileceğinden korkuyordu. SPD buna kesinlikle izin vermedi. Yalnızca özel durumlar için üç yıl sonunda yapılan “hızlı vatandaşlık” uygulaması bu hükümet tarafından yasadan çıkarılacak. Bu uzlaşı ile memnun olunabilir.
Koalisyon anlaşması, Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu açıkça kabul ediyor ve bu da olumlu bir durum. Bunun dışında, dürüst olmak gerekirse, koalisyon anlaşması Türk-Alman topluluğuna ya da Almanya’daki Müslümanlar gibi diğer topluluklara ışık tutmuyor. Ancak şunu memnuniyetle söyleyebilirim ki, Merkel sonrası dönemde Merz liderliğindeki CDU’nun çok daha muhafazakar bir çizgiye kaymış ve söylemlerinde sağ popülist tınılara yer vermeye başlamış olmasına rağmen, biz büyük ölçüde kısıtlayıcı ifadelere engel olabildik.
Beni olumlu anlamda en çok etkileyen şeylerden biri ise, Türkiye’ye önemli bir partner ülke olarak verilen değer ve Almanya ile Avrupa açısından kendisine atfedilen yüksek jeostratejik önem oldu. Bu takdir, Almanya-Türkiye ilişkilerini genel olarak da güçlendirecektir.
* Almanya-Türkiye ilişkilerinin dış politika bağlamında geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yeni hükümet sizce hangi önceliklere odaklanmalı?
Az önce de söylediğim gibi, federal hükümet Türkiye’nin birçok jeostratejik konuda oynadığı ve oynayacağı rolü çok net bir şekilde kabul ediyor. Türkiye NATO üyesidir ve tüm zorluklara rağmen resmi olarak hala AB’ye aday bir ülkedir. Ukrayna savaşında, Türk hükümeti Putin’le de iyi iletişim kanallarına sahip olduğu ve her iki tarafın güvenini kazandığı için arabulucu olarak ortaya çıkma potansiyeli taşımaktadır. Türkiye aynı zamanda Avrupa’nın Orta Doğu’ya açılan köprüsü olarak merkezi bir konumda yer almakta ve bölge üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ben her zaman Türkiye’yi bir gün siyasi Batı’nın net bir parçası olarak görmek istediğimi dile getirdim. Ancak bu, bir günde olacak bir şey değil, yoğun çaba gerektiriyor. Yeni federal hükümetin bunu her zamankinden daha fazla gündeminde tuttuğuna inanıyorum.
* Göçmen kökenli gençlerin siyasi ve toplumsal süreçlere daha fazla dahil edilmesi nasıl sağlanabilir? SPD’nin burada rolü nedir?
Almanya bir göç ülkesidir. Bu toplumsal gerçek, devletin tüm alanlarında tanınmalıdır. Bu, yargı, kamu yönetimi, federal meclis ve eyalet ile yerel parlamentolar için de geçerlidir. Örneğin önümüzdeki yıl Baden-Württemberg eyalet seçimleri yapılacak. Bu eyalette nüfusun üçte biri göç geçmişine sahip ve yaklaşık yüzde 5’i Türk Müslümanlardan oluşuyor. Şu anda buradaki aday listelerinde bu durumun da yansımasını sağlamak için birçok görüşme yürütüyorum. Alman kökenli olmayan kişilerin, çoğunlukla hiç şansı olmayan sıralara yerleştirilmemesi gerekiyor. Federal Meclis’te SPD, göçmen kökenli kişiler açısından artık oldukça iyi bir temsile sahip. Ancak bunun üst makamlara kadar taşınmasını da isterdim.
Ben kendi seçim bölgem olan Ludwigsburg içinde göç geçmişi olan gençleri, siyaset ya da sosyal alanlarda aktif olmaya ikna etmeye çalışıyorum ve büyük bir açıklıkla karşılaşıyorum. Demokratik ve sosyal yapıların tümünde, özellikle yerel düzeyde, bu gençlerin sürece dahil edilmesine ve seslerinin duyulmasına özen gösterilmelidir. SPD bunu bence gayet iyi başarıyor. Geleneksel bir işçi partisi olarak, göçmen topluluğun siyasete katılımı açısından doğal bir adresiz ama bu konumumuzu korumak için de sürekli çalışmalıyız. Bu nedenle geçtiğimiz yıl ve bu yıl, SPD Genel Başkanı Klingbeil ve dönemin Başbakanı Olaf Scholz ile birlikte büyük etkinlikler düzenledim. Bu etkinliklere, göç geçmişi olan yaklaşık 500 kişi katıldı ve fikir alışverişinde bulunma fırsatı buldu.
* Almanya’da göçmenlerin ekonomik entegrasyonunu iyileştirmek için hangi somut önlemler gereklidir?
Bu bağlamda benim için önemli olan bir şeyi vurgulamak istiyorum: Aşırı sağcılar ve popülistlerin yaymayı sevdiği “işsiz göçmen” imajı, insanlık dışı bir klişedir ve gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Göç geçmişine sahip kişilerin büyük çoğunluğu çalışmaktadır ve çalışanlar arasındaki oranları artmaktadır. Bu da iş gücü piyasasına giderek daha iyi erişim sağladıkları için oluyor ve bu artık daha çok memur ya da serbest meslek sahibi olarak, daha az işçi olarak gerçekleşiyor. Ancak, kesinlikle hala gelişme alanı var. Avrupa karşılaştırmasında Almanya bu konuda orta sıralarda yer alıyor.
Mülteciler de dahil olmak üzere göçmenlerin ekonomik entegrasyonunun temel şartı, hızlı dil öğrenimi ve daha da hızlı çalışma izni verilmesidir. Çünkü genellikle en çok bu noktada sorun yaşanıyor. Özellikle iyi kalma perspektifine sahip mülteciler, geçimlerinin bir kısmını çalışarak sağlama imkanı sunulacağına, hala gereğinden uzun süre hareketsiz bir şekilde bekletiliyor.