Türkiye’ye en sık gidenlerdenim. İki ülke arasında kültür ve tarih alanında planladığımız ve hâlâ devam eden ya da başarıyla tamamlanmış projelerimiz var. Türk–Alman dostluğu alanında, her iki ülkeye karşı da samimi duygular besleyen ve Türkiye–Almanya ilişkilerinde yapılması gereken sosyo-kültürel projelerin mutlaka sürdürülmesi gerektiğini savunan bir grup arkadaşımızla birlikte bazen Türk-Alman Dostluk Derneği aracılığıyla, bazen Almanya IKG Enstitüsü ile, bazen de Alp Media üzerinden sürekli araştırmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar çerçevesinde kütüphaneler, şehir arşivleri, saray kronikleri ve devlet arşivlerinde, Türk–Alman ilişkilerine dair incelemeler yapıyoruz.
Genellikle İstanbul, Ankara, Konya, Antalya ve Adana’daki arkadaşlarımızla projeler yürütüyoruz. Pasaport kontrolünden çıkar çıkmaz, bizi taksiye atan dostlar ve arkadaşlar hemen her seferinde aynı soruyu sorar: “Almanya’da ne var ne yok?”
Kısa cevap vermeye çalışsam da, çoğu zaman o cevap yeterli olmuyor — çünkü soruyu soran kişi meseleyi kendi içsel beklentileriyle ele alıyor. Diğerlerinin verdiği yanıtlar tatmin etmediğinde, ne olursa olsun seni mutlaka konuşturuyor taksici arkadaş. O kadar güler yüzlü ve dinleyici ki, “Peki burada hayat nasıl?” diye sordum ve anlatmaya başladı. Öyle uzun ve detaylı anlattı ki, “Keşke ses kaydı yapsaydım” dedim kendi kendime; çünkü Türkiye’nin güncel haberlerini takside, doğrudan o ağızdan duymak inanılmaz keyifli ve öğretici oldu.
Bu sohbetler benim için de çok öğretici oluyor. Bir gün söz döndü dolaştı; „Yurtdışındakilerin oy hak kı doğru değil; Avrupa ülkelerinde bir eli yağ da bir eli balda yaşa-yanların verdikleri oylar sayesinde burada istemediğimiz iktidarlar tarafından yönetiliyoruz“ diye düşündükleri ni paylaştı. Bunun üzerine ona “Bitti mi?” diyerek söz aldım ve anlattım. Adı Metin olan taksiciye anlatıklarımı senin de izninle burada yazıya dökmek istedim. İsterse niz ona “Taksici Metin” diyebilir; böyle daha iyi anlaşılacağı nı düşünüyorum.
Metin Bey’i kırmadan anlatmaya devam ettim: “Oy verme hakkı, vatandaşlık bağıyla doğuştan kazanılır ve 18 yaşına erişildiğinde kullanılabilir hale gelir. Anayasa’daki bazı sınırlamalar ya da yurtdışında yaşayan seçmenlerin oy kullanma yöntemlerine ilişkin düzenlemeler nedeniy le bu hakkın uzun süre devreye girmemesi, hiçbir zaman kullanılmayacağı anlamına gelmez. Bu düzenlemeler yalnızca oy kullanma sürecinin nasıl işleyeceğini belirler; fırsat doğduğunda oy hakkı mutlaka kullanılabilir. Devletler, vatandaşlarının sahip olduğu hakları kullandırma, kolaylaştı rma konusunda yükümlüdürler. Bir Türk vatandaşı olarak, Almanya’daki Türkler on yıllar boyunca bu hakkı kullanamadılar. Mevcut anayasa değişiklikleri ve sonrasında yapılan yasal düzenleme ler ile sandık Almanya’ya açıldı ve Türkler, belirlenen adreslere giderek oy kullanmaya başladılar. Burada, siz en fazla 1-2 kilometre giderken, Avrupalı Türkler yaşadıkları ülkelerde 150 kilometre den gelip anayasal hakları olan oylarını kullandılar. Bu gerçeğin bilinmesinde fayda var.” derken, bir ara sözümü kesmek istedi.
Devam ettim: “Irak, kendi vatandaşları için Ankara, İstanbul, Adana ve Diyarbakır’da; Bulgaristan ise İstanbul, Bursa, Ankara ve İzmir’de; Almanya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere birçok ülke, Türkiye ve dünyanın birçok şehrindeki vatandaşlarının oy kullanabilmesi için sandık koydu. Bunları biliyor musunuz?” dedim. O da samimi bir şekilde: “Bilmiyordum hocam,” dedi.
Sohbetin sonunu şöyle bağladım: “Yurt dışındaki Türkler, Türkiye için oy kullanmasın demek en hafif deyimle ayıptır. Yurt dışındaki kişiler, Türkiye’ye döviz göndersin mi diye sorsam evet diyeceksin. Ama onlar 64 yıldır birikimlerini ülkesine aktarıyorlar. Doğru olan da budur. Ancak matematiksel hesabı da yanlış yapıyorsunuz. Yurt dışından gelen oylar, kazanan ile kaybe den adaylar arasındaki farkı 0,02 civarına bile etkilemiyor. Burada rakam hesaplamak da doğru değil. Doğru olan, Türklerin oylarını kullanabilmesidir. Tercihlerinin ise belli nedenleri vardır. Siz Türkiye’de tercihinizi yapıyorsunuz, onlar da yurt dışında tercih-lerini yapıyorlar. Esas olan, düşünerek birbirimize saygı duymaktır. İşte ben demokrasinin burasını çok seviyorum,” deyince gülerek, ‘Vallahi hocam kimse senin gibi tek tek anlatmadıki’ deyince ikimiz birlikte güldük.
Hepimize gereken şeyin, sanırım hoşgörü ve karşıdakini iyi dinlemek oldu©unu anlatabildigime inan⁄yorum. Ama ben Taksici Metin’i gerçekten çok sevdim.