Belgrad: Osmanlı’dan günümüze uzanan bir başkentin hikayesi

von Aytürk
A+A-
Reset

Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli sınır şehirlerinden biri olarak öne çıkan Belgrad, günümüzde Balkanlar’ın kalbinde, enerjisi ve kültürel zenginliğiyle adından sıkça söz ettiren bir başkent konumunda. İstanbul ve Atina’dan sonra Kuzeydoğu Avrupa’nın en büyük üçüncü şehri olarak kabul edilen metropol, tarih boyunca onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış, sayısız savaş ve kuşatmanın merkezinde yer almış bir kent. Bu nedenle Doğu ile Batı kültürlerinin kesişim noktası haline gelen şehir, geçmişin izlerini modern yaşamla ustaca harmanlayarak ziyaretçilerine hem tarihi hem de çağdaş bir deneyimi bir arada sunuyor.

Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktada kurulu Belgrad, renkli gece hayatı, yıl boyunca süren kültür-sanat etkinlikleri ve günün her saatinde sokaklarını dolduran insanlarıyla dikkat çekerken, enerjik sokak hayatı ve kültürel çeşitliliği ile tanınıyor. Ziyaretçilerini bir yandan tarihin derinliklerine doğru yolculuğa çıkarırken, diğer yandan çağdaş Avrupa metropollerine özgü bir dinamizmle karşılayan başkent, adeta küllerinden doğan bir Zümrüdüanka gibi, geçmişin yaralarını sararak bugün Avrupa’nın en enerjik ve yaşam dolu yerleşimlerinden biri haline gelmiş durumda.

Son yıllarda Türk turistlerin de gözdesi haline gelen şehir, Avrupa’daki vize krizinden bunalan gezginler için cazip bir alternatif sunuyor. Vizesiz seyahat imkanı sayesinde Belgrad, Türkiye’den yurt dışına çıkmak isteyenlerin ilk tercihleri arasında yer alıyor.

ZİYARETÇİLERİNİ ZAMANDA YOLCULUĞA ÇIKARIYOR

Yaklaşık 7 bin yıllık geçmişiyle Avrupa’nın en eski yerleşimlerinden biri olan Belgrad, 17 farklı idari bölgeye ayrılmış. Bugün Sırbistan nüfusunun yaklaşık yüzde 23’ü bu çok katmanlı başkentte yaşıyor. Kentin ismi olan “Beograd” yani “Beyaz Şehir” adını, Kalemegdan’daki kale surlarını oluşturan beyaz taşlardan alıyor. Bu ad ilk kez 878 yılında, Papa VIII. John’un Bulgar Kralı Boris’e yazdığı bir mektupta tarihi kayıtlara geçiyor. Belgrad, Eski Şehir (Stari Grad) ve Yeni Şehir (Novi Grad) olmak üzere iki ana bölgeye ayrılıyor. En çok ziyaret edilen turistik noktaları ise tarihi dokusunu koruyan Stari Grad bölgesinde yoğunlaşıyor. Taş döşeli sokakları, geleneksel mimarisi ve geçmişten izler taşıyan yapılarıyla bu bölge, adeta bir açık hava müzesi gibi ziyaretçilerini zamanda yolculuğa çıkarıyor. Yeni Şehir ise modern yapıları, alışveriş merkezleri ve iş merkezleriyle Belgrad’ın çağdaş yüzünü temsil ediyor.

115 SAVAŞA SAHNE OLMUŞ, 44 KEZ YERLE BİR EDİLMİŞ

Tarih boyunca Avrupa’yla Balkanlar arasında bir köprü, doğudaki Osmanlı İmparatorluğu ile batıdaki Roma’nın ayrım noktası olarak stratejik bir öneme sahip olan Belgrad, bu kritik konumunun bedelini yüzyıllar boyunca ağır savaşlarla ödemiş. Antik çağlardan itibaren 115 kez savaşa sahne olan ve tam 44 kez yerle bir edilen şehir, her defasında yeniden inşa edilerek ayakta kalmayı başarmış ve tarih sahnesindeki varlığını sürdürmüş. Orta Çağ’da Bizans İmparatorluğu, Franklar, Birinci Bulgar Devleti, Macaristan Krallığı ve Sırp Despotluğu’nun hakimiyetine giren Belgrad, 1521’de Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki ordular tarafından fethedilerek Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa içlerindeki en önemli sancaklarından biri haline gelmiş. Fetih sonrası şehirdeki neredeyse tüm Ortodoks Hristiyan nüfus, Osmanlı yönetimi tarafından İstanbul’a gönderilmiş ve bugünkü Belgrad Ormanları’nın bulunduğu bölgeye yerleştirilmiş. Bu göç, sadece bir nüfus hareketi değil; aynı zamanda Belgrad ile İstanbul arasındaki tarihi ve kültürel bağların da başlangıç noktası olmuş.

OSMANLI’NIN BALKANLAR’DAKİ EN ÖNEMLİ ÜSLERİNDEN BİRİ OLMUŞ

Belgrad’ın fethedilmesi, yalnızca askeri bir zafer değil, aynı zamanda Osmanlı’nın Avrupa içlerine açılan kapısını aralayan stratejik bir adım olmuş. Takip eden üç buçuk asır boyunca Belgrad, Osmanlı’nın Balkanlar’daki en önemli üslerinden biri olarak siyasi, ticari ve kültürel anlamda büyük rol oynamış. Camiler, medreseler, kervansaraylar, hamamlar ve çeşmelerle donatılan şehir, zamanla çok kültürlü ve çok dinli bir yapıya kavuşmuş. Doğu’nun ince ruhu ile Batı’nın sert hatlarının bir araya geldiği bu coğrafyada, Belgrad benzersiz bir sentezin simgesi haline gelmiş. Ancak tarih, Belgrad için durmaksızın değişimin adı olmuş. Osmanlı’nın bölgedeki hakimiyeti zamanla zayıflarken, şehir farklı imparatorlukların ve savaşların etkisiyle sürekli bir dönüşüm yaşamış. 1867 yılında Osmanlı’nın Belgrad’daki son askerlerini törenle geri çekmesi, Sırp ulusal bilincinin yükselmesinde önemli bir dönüm noktası olmuş. Osmanlı’dan Avusturya’ya, oradan da modern Sırbistan’a uzanan bu uzun tarihsel geçiş, şehrin mimarisinde ve yaşam kültüründe derin izler bırakmış.

BALKANLAR’IN PARLAYAN YILDIZI

Günümüzde Belgrad, bir yandan tarihinin izlerini büyük bir özenle korurken, diğer yandan modern dokusuyla da ziyaretçilerini etkileyen bir başkent kimliğine sahip. Yugoslavya döneminden kalan ağır, blok görünümlü sosyalist mimariyle; son yıllarda yükselen çağdaş yapılar ve yenilikçi kentsel projeler yan yana varlık gösteriyor. Osmanlı döneminden günümüze ulaşan eserlerin bir kısmı artık yalnızca mimari anı niteliğinde. Kalemegdan Kalesi gibi bazı yapılar hala şehrin siluetinde yer alsa da birçok eser zamanla yok olmuş ya da farklı işlevlerle yeniden yorumlanmış. Buna rağmen, şehirde geçmişe duyulan saygı belirgin biçimde hissediliyor. Kafelerle dolu Skadarlija bölgesi, sanat galerileri, müzeler ve sürekli düzenlenen festivaller, Belgrad’ı bölgenin kültür başkentlerinden biri haline getirmiş. Tarihi derinliği ve modern dinamizmi bir arada sunan kent, geçmişin izlerini taşıyan bir şehir olmanın yanı sıra, geleceğe bakan yüzüyle de Balkanlar’ın parlayan yıldızı olmaya devam ediyor.

BELGRAD’IN İKONİK CADDESİ: KNEZ MIHAYLOVA 

“Doğru Avrupa’nın en güzel yaya caddesi” olarak da listelerde adı sıkça geçen hem yerel halk hem de turistler için oldukça cazip bir yer olan Knez Mihaylova, Belgrad’ın en ünlü ve ikonik caddesi. İsmini Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Balkan Federasyonu fikrini savunan ve tahttan indirilen, daha sonraki yıllarda da bir suikasta kurban giden modern Sırbistan’ın en aydın hükümdarı olarak kabul edilen reformist Prens Mihaylo Obrenoviç’ten almış. Uzunluğu ve tarihi dokusuyla kentin kültürel, sanatsal ve ticari hayatının merkezi sayılan cadde, sadece alışveriş için değil, aynı zamanda şehrin tarihini ve mimarisini keşfetmek isteyenler için de mükemmel bir yer. Caddenin çeşitli köşelerinde yer alan tarihi yapılar, farklı dönemlerin izlerini taşıyor ve şehre bir zamanlar Roma hakimiyetinde olduğu dönemi hatırlatan mimari özellikler katıyor.

MİMARLIK HARİKASI PEK ÇOK TARİHİ YAPIYA EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR 

Zaman koridorunda ilerliyormuş hissi veren Knez Mihaylova Caddesi, göze hoş gelen mimari detaylarıyla başkentin siluetine zarafet katan pek çok tarihi yapıya ev sahipliği yapıyor. Sırbistan Bilim ve Sanat Akademisi gibi prestijli yapılar, 1889’da Rönesans tarzında inşa edilen Nikola Spasić Pasajı, Belgrad’daki ilk modern „Avrupa tipi“ otellerin tek temsilcisi olarak korunan 1869 yılında inşa edilen Srpska Kruna Hotel gibi Avrupa tipi otellerin varlığı, caddenin tarihsel ve kültürel derinliğini pekiştiriyor. Ayrıca Cervantes ve Goethe Enstitüleri, Sırbistan Güzel Sanatlar Derneği, caddede yükselen şehrin en önemli müze ve sanat galerileri gibi kültürel merkezler, sadece Belgrad’ın değil, bölgenin de entelektüel ve sanatsal canlılığını yansıtıyor. 

HEM TURİSTİK HEM DE TİCARİ AÇIDAN OLDUKÇA POPÜLER 

Knez Mihaylova, yalnızca mimarisiyle değil; aynı zamanda Sırbistan tarihinde önemli rol oynamış kişilere ait konutlarla da dikkat çekiyor. Bu özel yapılar ve çevresindeki taşınmazlar, Belgrad’ın en değerli gayrimenkulleri arasında sayılıyor. Hem turistik hem de ticari açıdan oldukça popüler olan bu cadde, şehrin en prestijli ve hareketli bölgelerinden birisi. Caddenin atmosferi, zengin tarihi dokusu ve farklı kültürlere ait izler taşıyan yapılarıyla Belgrad’ın ruhunu keşfetmek isteyenler için eşsiz bir deneyim sunuyor.

CADDENİN TARİHİ OSMANLI DÖNEMİNE DEK UZANIYOR 

Belgrad şehir merkezinin kalbi olarak kabul edilen Knez Mihaylova’da Osmanlılar 16. yüzyılın ilk yarısında eski Roma su kemerini onarmışlar ve caddeyi çeşmelerle donatmışlar. Ayrıca bahçeler kurmuşlar ve beş mescit inşa etmişler. Avusturyalılar 1717’de Belgrad’ı ele geçirdiklerinde eski evleri ve camileri yıkıp yeni binalar yapmışlar. Orta Avrupa mimarisi izleri taşıyan gösterişli binaları, mağazaları ve günün her saati dolu kafeleriyle dikkat çeken Knez Mihaylova Caddesi, mimarisi ve hareketliliğiyle İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ni andırıyor. 20. yüzyılın başında şehirde ilk büyük mağaza kurulmuş. Cadde zaman içinde büyüyüp gelişmiş ve  günümüzde şehrin kültür merkezi haline gelmiş.Belgrad’ın en canlı ve kalabalık caddelerinden olan Knez Mihaylova Caddesi hem gezmek hem de alışveriş yapmak için ideal bir yer.

YAKININDA PEKÇOK TARİHİ, KÜLTÜREL VE TURİSTİK DEĞER BULUNUYOR

Araç trafiğine kapalı Knez Mihaylova Caddesi 1964 yılında mekansal kültürel-tarihi birim olarak koruma altına alınmış ve Belgrad’da bu türdeki ilk kültür anıtı olmuş. 1979’da Büyük Öneme Sahip Mekansal Kültürel-Tarihi Birimlere yükseltilmiş ve bu nedenle Sırbistan Cumhuriyeti tarafından korunuyor. Cadde’nin yakınlarında temeli 1907’de I. Petar tarafından atılan ve 1936 yılında bitirilen tarihi Sırbistan Ulusal Meclisi, hem tarihi hem de modern yapıları bir arada barındıran Cumhuriyet Meydanı, dar taş sokakları ve eski kafeleriyle ünlü Belgrad’ın ‘Montmartre’ı olarak bilinen bohem mahalle Skadarlija, 1908’de inşa edilen zarif, art nouveau tarzı bir binada yer alan ve dünya elitlerinin buluşma noktası olan Moskva Oteli, 1814’te yapılan ve Obrenoviç Hanedanı’nın ikameti olan günümüzdeyse Belgrad Şehir Meclisi’ne ev sahipliği yapan Eski Saray, 1922’den 1934’e kadar Yugoslavya Krallığı’nın Karađorđević hanedanının kraliyet ikametgahı olan, günümüzde ise Sırbistan Cumhurbaşkanı’nın konutu olan Novi Dvor/Yeni Saray, İçinde Osmanlı dönemi eserler, eski bir askeri müze ve parklar bulunan Belgrad’ın en ikonik yerlerinden Kalemegdan Kalesi ve Parkı, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Sırbistan’ın Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarına karşı kazandığı zaferi anmak için inşa edilen sol elinde bir şahin ve sağ elinde bir kılıç (barış ve savaşın sembolleri olarak) tutan çıplak bronz erkek figürüyle Pobednik /Zafer Anıtı, Sırp Kralı Miloš Obrenović tarafından karısı Ljubica ve kendisinden sonra hüküm sürecek varisleri için inşa ettirilen 1829 tarihli Prenses Ljubica’nın Konağı, 1844 yılında kurulan ve Sırbistan’ın zengin geçmişiyle canlı mirasına kapsamlı bir yolculuk sunan 5 bin 600’den fazla resim ve 8 bin 400’den fazla çizim, toplamda 400 bin’den fazla eser yer alan Sırbistan Ulusal Müzesi ile 1868’de inşa edilen çatısı altında üç sanat topluluğu (opera, bale, drama) bulunan ve 1983 yılında „Büyük Öneme Sahip Kültür Abidesi“ ilan edilip, Sırbistan Cumhuriyeti tarafından korumaya alınan Ulusal Tiyatro bulunuyor.

BELGRAD’IN EN DİKKAT ÇEKİCİ MÜZELERİ

Belgrad, tarihi ve kültürel zenginliğini yansıtan etkileyici müzeleriyle ziyaretçilerine unutulmaz deneyimler sunuyor. Kentin en dikkat çekici müzeleri ise dünyaca ünlü bilim insanı Nikola Tesla’nın mühendislik dehasına dair pek çok ilginç sergi ve objenin bulunduğu Nikola Tesla Müzesi, içinde Sırp Ortodoks Kilisesi’nin önemli bir yapısı olan St. Mark Kilisesi’nin de bulunduğu yeşillikleri ve sakin atmosferiyle Tasmajdan Parkı, Sırp-Bizans Mimarisi ile 1929’da tamamlanan Kraliyet Sarayı, yoğun bir ticari ve yerleşim bölgesi Kalenić, Sveti Sava Pazarı, Kompleksinde „25 Mayıs MüzesiEski Müze ve Kuca Cveca/Çiçek Evi (Tito’nun Mozolesi) yer alan eski Yugoslavya’nın siyasi ve kültürel tarihine ışık tutan geniş bir koleksiyona ev sahipliği yapan Yugoslav Tarihi Müzesi, 1900’den beri Sırbistan ve Yugoslavya’da üretilen sanat eserlerini toplayıp, sergileyen Çağdaş Sanat Müzesi, Balkanlara ait 150 bin’den fazla köy ve kent kültürü ögesi barındıran Etnografi Müzesi, 1878 yılında kurulan ve Roma İmparatorluğu zamanlarına kadar giden 25 bin’den fazla öge, Osmanlı dönemine ait silahlar, zırhlar ve tarihi belgeler ile Sırp Ordusu tarafından düşürülen F-117 parçaların sergilendiği Kalemegdan’daki Askeri Müze.

BELGRAD’IN GEZİLİP GÖRÜLECEK DİĞER DİNAMİKLERİ

Belgrad, sadece tarihi merkeziyle değil; farklı dönemlerden izler taşıyan mahalleleri, doğal güzellikleri ve kültürel çeşitliliğiyle de ziyaretçilerine zengin bir keşif alanı sunuyor. Osmanlı döneminde şehrin en hareketli mahallelerinden biri olan Dorćol, bugün de nostaljik atmosferi ve renkli sosyal yaşamıyla dikkat çekiyor. Şehrin kuzeybatısında yer alan ve Neolitik Çağ’dan beri yerleşim yeri olduğu bilinen Zemun Kasabası, tarihi sokakları ve Tuna Nehri kıyısındaki manzarasıyla Belgrad’ın başka bir yüzünü yansıtıyor. Macarların Panoniyen Ovası’na yerleşmesinin 1000. yılı anısına, Osmanlı’ya karşı savaşanların onuruna 1896’da inşa edilen dört Millenium kulesinden biri olan Gardoš Kulesi, Zemun’un siluetine damga vuruyor. Şehirden yaklaşık 16 kilometre uzaklıktaki Avala Dağı ise hem doğa severler hem de tarih meraklıları için özel bir destinasyon. Bu dağın zirvesinde, Sırbistan’ın ulusal gururu sayılan ve 204,5 metre yüksekliğiyle dikkat çeken Avala Kulesi yer alıyor; kule hem televizyon yayını hem de seyir terası olarak kullanılıyor. Belgrad’ın ortasından geçen Sava Nehri üzerinde yapay olarak oluşturulmuş bir yarımada olan Ada Ciganlija, yaz aylarında halk plajı, spor alanları ve bisiklet yollarıyla adeta şehrin “denizi” gibi işlev görüyor. Nehrin hemen kıyısında yer alan ve Belgrad’ın gece hayatının kalbinin attığı mekanlardan biri olan Beton Hala (Concrete Hall) ise restoranları, barları ve sanat galerileriyle günün her saati canlı. Tarihi değer taşıyan binaları ve mimari dokusuyla öne çıkan Savamala Bölgesi, aynı zamanda yaratıcı endüstrilerin, çağdaş sanat galerilerinin ve alternatif kültürün merkezi konumunda. Bu bölgede yer alan ve kentteki en estetik yapılar arasında sayılan Belgrad Kooperatif Binası, şehrin mimari zenginliğini gözler önüne seren önemli örneklerden biri olarak öne çıkıyor.

BELGRAD’IN DİNİ MİRASINDAN İZLER: İNANÇLA YÜKSELEN YAPILAR

Belgrad, tarih boyunca farklı inançların bir arada yaşadığı bir kültür mozaiği olmuş. Bu çeşitliliğin en çarpıcı yansımalarından biri ise şehrin dini yapılarında görülüyor. İslam kültürünün ve Osmanlı mirasının yaşayan sembollerinden biri olan Bayraklı Camii, Belgrad’da Osmanlı döneminden günümüze ulaşan ve hala ibadete açık olan tek cami olma özelliği taşıyor. Kentin ruhunu yansıtan dini yapılardan bazıları ise Sırp Ortodoks Kilisesi’ne ait görkemli yapılar. Başmelek Aziz Mikail Katedrali, zarif barok detayları ve tarihi önemiyle dikkat çekerken, Aziz Mark Kilisesi, Sırp-Bizans mimarisinin çarpıcı örneklerinden biri olarak ön plana çıkıyor. Şehrin siluetini domine eden ve Balkanlar’ın en büyük Ortodoks kiliselerinden biri olan Aziz Sava Katedrali ise yalnızca bir ibadethane değil, aynı zamanda Sırp ulusal kimliğinin ve tarihsel hafızasının sembolü konumunda. Belgrad’daki bu dini yapılar, kentin geçmişini anlamak için birer anahtar niteliğinde. Her biri kendi döneminin ruhunu, halkının inancını ve estetik anlayışını yansıtan bu yapılar, Belgrad’a derinlik ve ruh kazandırıyor.

BAYRAKLI CAMİİ: BELGRAD’DA OSMANLI’DAN KALAN SON CAMİ

Osmanlı döneminde inşa edilen yaklaşık 250 camiden günümüzde sadece Bayraklı Camii ayakta kalmış. 16. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen bu zarif yapı, Belgrad’daki İslam kültürünün ve Osmanlı mirasının yaşayan sembollerinden biri olarak ibadete açık tek cami olma özelliğini taşıyor. Klasik Osmanlı cami mimarisinin sade ama zarif bir örneği olan Cami’nin 1575 yılında inşa edildiği tahmin ediliyor. Adını Osmanlı döneminde cuma günleri tepesine çekilen bayraktan alan Cami, 19. yüzyılda kiliseye çevrilmiş ancak daha sonra tekrar cami işlevine dönmüş. Sadece bir ibadet mekanı değil; aynı zamanda kentin çok katmanlı tarihine tanıklık eden önemli bir kültürel miras olan Cami, kentin çok kültürlü yapısının yaşayan bir kanıtı olarak öne çıkıyor. Sessiz duvarları, geçmişin izlerini bugünün sokaklarına taşıyor.

AZİZ SAVA KATEDRALİ: İNANCIN, MİMARİNİN VE ULUSAL HAFIZANIN SENTEZİ

Belgrad’ın kalbinde yükselen Aziz Sava Katedrali, sadece bir ibadethane değil; aynı zamanda inancı, direnişi ve ulusal kimliği yansıtan mimari bir başyapıt. Sırbistan’ın tarihsel belleğinde derin izler taşıyan bu görkemli yapı, hem başkent Belgrad’ın hem de Sırp halkının ruhunu simgeleyen güçlü bir sembol niteliğinde. Adını, Sırp Ortodoks Kilisesi’nin kurucusu ve ilk başpiskoposu olan Aziz Sava’dan alan bu görkemli katedral, Ortodoks dünyasının en büyük tapınaklarından biri olarak kabul ediliyor. Katedralin inşa edilme fikri, Osmanlı’nın Aziz Sava’nın kalıntılarını halk önünde yakmasıyla filizlenmiş. Osmanlılar’ın 15. yüzyılda Sırbistan’ı fethetmelerinden bir süre sonra, Sırplar 1594’te kutsal bir savaş karakterinde, Aziz Sava ikonu olan savaş bayrakları taşıyarak Osmanlılar’a karşı ayaklanmış. Kısa sürede bastırılan bu ayaklanmanın ardından Osmanlı savaş bayraklarını kutsayan Patrik John I Kantul’u İstanbul’da asmış. Daha sonra da Sadrazam Sinan Paşa, Mileševa Manastırı’nda bulunan Aziz Sava’nın lahitinin ve kalıntılarının askeri konvoyla Belgrad’a getirilmesini emretmiş. Kalıntılar, Osmanlılar tarafından 1595’te bir cenaze ateşine konularak Vračar Platosu’nda halk önünde yakılmış ve külleri etrafa saçılmış. Sırp Ortodoks inancının önemli figürlerinden olan Aziz Sava’nın kalıntılarının yakılması olayı Sırp halkı için hem dini bir travma hem de tarihsel bir hafıza yarası olmuş. Bu travma yüzyıllar süren bir hüzün ve öfke yaratmış. 

KATEDRALİN TEMELİ OSMANLI’NIN AZİZ’İN MEZARINI YAKMASINDAN 340 YIL SONRA ATILMIŞ

Sırplar, Aziz Sava’nın mezarının yakıldığı yerde bir tapınak görmek istemiş ve katedralin inşası için harekete geçmişler. Aziz Sava’nın kalıntılarının yakılmasından 340 yıl sonra 1935’te temelleri atılan Katedral’in, II. Dünya Savaşı, Yugoslavya’nın iç çatışmaları ve bazı siyasi olaylar nedeniyle kesintiye uğrayan inşaatı 1985’de yeniden başlatılmış, kilise 2004 yılında kutsanmış, 2019’da Sırp Ortodoks Kilisesi’nin kuruluşunun 800. yıl dönümünde resmi açılması planlansa da covid19 salgını nedeniyle ertelenmiş ve nihayet 2020’de açılmış. Ayasofya prototipini izleyen bir model örnek alınarak inşa edilen Katedral, hem bir dini simge hem de Osmanlı dönemine karşı duyulan bir tür dini direnişin ifadesi olarak yükseliyor. 

100 MİLYON EURO’YA MAL OLMUŞ

Ayasofya’dan sonra, Ortodoks Kilisesi’ndeki en büyük kubbeye sahip Katedral, 10 bin kişi kapasiteli. 

Sanat ve ibadet amacıyla tasarlanmış bir şaheser niteliğindeki katedralin 15 bin metre kare altın mozaiklerle kaplı iç kısmı, İncil’deki sahneleri ve Hz. İsa ile Meryem Ana’nın hayatından kesitler sunan dini figürleri betimleyen freskler ve ikonlarla süslü. Bizans Rönesans mimarisinden ilham alınarak inşa edilen katedralin her köşesinde farklı bir hikaye saklı. Katedralin içinde Aziz Sava’nın kutsal emanetlerinin bir kısmı da bulunurken, dışında da “insan her şeyi kendi çalışmasıyla başarır.” yazılı bir heykeli yer alıyor. 70 metre yüksekliğindeki kubbesi ve 4 bin ton ağırlığındaki yapısıyla Yetkililere göre 100 milyon Euro’ya mal olan Katedral’in sadece mozaiklerine yaklaşık 40 milyon, diğer iç işlerine 10 milyon, dış inşaatına ise 50 milyon Euro harcanmış. 100 milyonun 40 milyonu devlet fonlarından ödenmiş, 10 milyonunu Rusya bağışlamış, geri kalanı da özel bağışlarla karşılanmış. Katedral hem yerli halk hem de dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler için dini bir buluşma noktası, bir saygı durağı ve tarihsel bir anlatının anıtlaşmış hali olarak varlığını sürdürüyor.

AYASOFYA’NIN YERİNE DOĞU ORTODOKSLUĞU’NUN YENİ SİMGESİ 

Aziz Sava Katedrali, Ortodoks dünyasında derin bir üzüntüye yol açan Ayasofya’nın 2020 yılında yeniden camiye çevrilmesinin ardından örnek alınarak inşa edildiği Ayasofya’nın yerine Ayasofya’nın manevi mirasını sürdüren “Doğu Ortodoksluğu’nun yeni simgesi – Yeni Ayasofya“ olarak konumlandırılmak isteniyor. Ortodoks inancının yeni simgesi olarak görülen katedral bu yönüyle sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda dini, politik ve kültürel bir mesaj taşıyan bir yapı durumunda. 

Haber ve Resimler: Fulya OMAÇ / Belgrad – SIRBİSTAN

Foto 1: “Doğru Avrupa’nın en güzel yaya caddesi” olarak adı listelerde sıkça geçen Belgrad’ın en ikonik caddesi; Knez Mihaylov

Foto 2: Belgrad’a dair görseller (Osmanlı döneminden kalma; Delijska Çeşmesi, Belgrad’ın koordinatlarının işaretlerini, şehrin rakımını, dünyanın yan taraflarını ve yerçekimi ile ilgili verileri içeren tepesinde masonların tipik sembolü bulunan Piramit, Aziz Sava Heykeli ve Katedrali, Kalemegdan Kalesi, Tesla Müzesi, Belgrad’ın ilginç mimari yapıları)

Foto 3: Eski Yugoslavya’nın ve Sırbistan’ın en eski ve en büyük müzesi olan Ulusal Müze ve hemen önünde Osmanlı’nın Sırbistan’daki egemenliğine son veren Prens Mihailo’nun at üstündeki anıtı. Anıtta işaret parmağıyla İstanbul’u gösteren Prens Mihailo, Türklerin İstanbul’a, ait oldukları yere geri dönmelerini işaret ediyor. Heykelin kaidesinde Osmanlı’dan en son alınan şehirlerin isimleri yazılı ve Sırbistan tarihinin bazı sahnelerini temsil ediliyor. 

Foto 4: Belgrad’ın en büyük parkı ve en önemli tarihi yapısı Kalemegdan, Belgrad Kalesi’yle birlikte Osmanlı’dan kalan eserlere de ev sahipliği yapıyor.

Foto 5: Sağ elindeki silah indirilmişken sol eli henüz kurtarılmamış güney Sırbistan’daki kasabaları işaret eden Makedonya ve Eski Sırbistan’da Osmanlılara karşı savaşmış komutan Vojvoda Vuk Anıtı, 2014 yılında kültürel miras mülkü olarak belirlenmiş.

Foto 6: Yugoslavya’nın eski Cumhurbaşkanı Josip Broz Tito’nun eski yerleşim kompleksinde yer alan Sırbistan’ın en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Yugoslavya Müzesi

Foto 7: Sırp Kralı Miloš Obrenović tarafından karısı Ljubica ve kendisinden sonra hüküm sürecek varisleri için inşa ettirilen 1829 tarihli Prenses Ljubica’nın Konağı.

Foto 8: Eski Saray, 19. yüzyılda Obrenović Hanedanı’nın konutu olan tarihi yapı, günümüzde Belgrad Şehir Meclisi’ne ev sahipliği yapıyor .

Foto 9: Sırbistan’daki en önemli ibadethanelerden Aziz Mihail Katedrali, 1979’da Olağanüstü Öneme Sahip Kültür Anıtı olarak ilan edilen tarihi yapı Belgrad’ın en eski ikinci kilisesi.

Foto 11: Belgrad’ta Osmanlı döneminden günümüze ayakta kalan ve ibadete açık tek dini yapı Bayraklı Camii ile Ayasofya camiye dönüştürüldükten sonra yerine Doğu Ortodoksluğu’nun yeni simgesi olarak nitelenen, inşa fikri Osmanlı’nın Aziz Sava’nın kalıntılarını halk önünde yakmasıyla filizlenen ve 100 milyon Euro’ya mal edilen Ortodoks dünyasının en büyük tapınaklarından Aziz Sava Katedrali.

DİĞER HABERLER